Evlilik ilişkisi ile hastalıkların seyri arasında nasıl bir bağlantı olduğuna dair uzunca bir süredir düşünüyorum. Sezgilerim ve evli çiftlerin hikayelerini dinlediğim zaman öğrendiğim detaylar, kötü bir ilişkinin hastalığın seyrini olumsuz yönde etkilediğini düşündürüyor bana. Yakın zamanda okuduğum Johnson’ın kitabında karşıma çıkan bazı araştırma bulgularının da bu durumu desteklediğini görünce bu konuda yazmak istedim.

Bu denklem kadın içinde erkek içinde geçerli olmakla birlikte ilişkinin seyrinin kadın açısından daha birincil olduğunu düşünmekteyim. Özellikle kadınlar çalışan ya da ev hanımı pek fark etmiyor, kendilerini mutlu olarak tanımlayabilmek için evliliklerinin yolunda gitmesini birinci şart olarak görüyorlar. Hatta belki de kendini başarılı ya da başarısız olarak tanımlarken eşleriyle kurdukları yakın ve sevgiye dayalı ilişki, oldukça birincil bir yere sahip olabiliyor. Tabi ki bu noktada sadece eşi değil, eşinin ailesi, evlatları ve ebeveynlerle kurulan ilişkiler de bir değişken olarak ele alınmalı diye düşünüyorum.

Erkekler açısından ise yadsınamaz bir biçimde işte sergiledikleri performans daha öncelikli olabilir. Toplumumuz açısından bakıldığında kadınların eşlerini başarılı algılamalarında, erkeklerin işlerinde sergiledikleri performans, düzenli bir işe sahip olmaları ve kazandıkları para oldukça öncelikli. Bu durum neredeyse tüm sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel seviyelerde geçerli. Hal böyle olunca kadında, erkekte kazanılan para ile güç arasında bir ilişki kurmaya meyilli bir tavır sergiliyor. Nitekim bir araştırma sonucuna göre kadınların depresyona girme nedenleri arasında evlilik ilişkileri önemli yer tutarken, erkekler açısından iş hayatlarında yaşadıkları başarısızlıkla depresyon arasında bir ilişki olduğu vurgulanıyordu.

Çalıştığım evli çiftler arasında MS, fibromiyalji, farklı nörolojik temelli kas hastalıkları olan danışanlarım oldu. Tabi ki bu tanıları direk evlilikle ilişkilendirmek gibi iddialı laflar etmeyeceğim. Fakat kronik bir biçimde evliliklerinde sorun yaşayan bu kişilerin geçirdikleri atakların, ağrıların ya da kasların güçsüz düşmesi ile yaşadıkları arasında bir ilişki olduğunu, hastalığın seyrini olumsuz etkilediğini düşünmekteyim.

Nitekim yapılan bir araştırmaya göre ilişkilerdeki sıkıntıların bağışıklık hatta hormonal sistemimiz ve iyileşme yeteneğimiz üzerinde olumsuz etkileri bulunmuş. Bir araştırmada yeni evli çiftlerden kavga sonrasında kan örnekleri alınmış. Daha kavgacı ve aşağılayıcı partnerleri bulunan kişilerin stres hormonlarının daha yüksek seviyede olduğu ve daha uzun sürede iyileştikleri görülmüş. Bir başka araştırmada kalp krizi geçiren kadınların evliliklerinde sorunlar olduğu takdirde tekrar kalp krizi geçirme olasılıklarının arttığı gösterilmiş. (Johnson, s.29).

Bu araştırmayı destekler nitelikteki bir iki vaka örneğini de ben paylaşayım. Evlenip yurt dışına çıkan genç bir hanımın öyküsü oldukça çarpıcıydı. Üniversite mezunu olan bu hanım evlilik hazırlıkları başladığı günden itibaren birçok hayal kırıklığı yaşıyor. Eşi tarafından yalnız bırakılıp, kayınvalidesinin bazı olumsuz değerlendirmeleri ve eleştirileri ile baş etmek zorunda kalıyor. Hatta kendi ailesi ile irtibat kurması engelleniyor. Bütün bu olumsuzluklar arasında eşinin başka bir hanımla duygusal yakınlık kurduğunu öğreniyor. Bütün yaşadıkları bir çöküntüyü beraberinde getiriyor ve o dönemde yaşından beklenmeyecek derecede erken bir dönemde MS tanısı alıyor. Hatta geçirdiği bazı atakların yaşıyla uyumlu olmayıp çok ağır seyrettiğini öğreniyorlar.

Kırklı yaşlarda bir başka bayan ise çocukluğunda romatizma tedavisi görüyor. Tedavisi olumlu bir biçimde sonlandırılıyor ve yıllar içerisinde yapılan takiplerde de herhangi bir şekilde olumsuz bir durumla karşılaşılmıyor. Buna karşın evliliğinde dönem dönem krizler yaşanıyor. Yaşanan krizlerin akabinde boşanmanın gündeme geldiği durumlar oluyor. Fakat çocuklardan dolayı bazı sorunların üstü örtülüp uzlaşma sağlanıyor ve evlilik devam ettiriliyor. Çocuklar etkilenmesin düşüncesiyle evde hiç bir şey konuşulup tartışılmıyor. Bu duruma bir de erkeğin bir şey değişmiyor zaten deyip, hiçbir konuda konuşmaması eklenince kadının şikayetleri başlıyor. Vücudun hemen hemen her bölgesinde görülen kronik ağrılar, bitmeyen yorgunluklar derken kadın doktor doktor geziyor. Sonuçta fibromiyalji tanısı alıyor. Şikayetleri ile evdeki huzursuzluklar arasındaki ilişkiyi bir süre sonra o da farkediyor.

Bu noktada bir parantez açıp iyi bir ilişkinin insanın hayatına neler kattığının altını çizmek lazım. İkinci dünya savaşında tek kişilik birimlerden ziyade çift kişilik birimlerin yaşadıkları görülmüş. Erkek ve kadınlar arasında evlilerin bekarlara kıyasla daha uzun süre yaşadığına dair birçok araştırma bulunmaktadır. Tabi ki bu noktada evliliğin kaliteli olması gerektiğinin altını çizmekte yarar var. Şikago üniversitesinde yapılan bir başka araştırmada bu bakış açısını destekler nitelikte. Yalnızlığın inme riskini iki kat arttırdığı bulunmuş. (Johnson, s.28)

Eşinizle kurduğunuz yakın ilişki, duygusal ve tensel temas tampon görevi görür ve sizi birçok olumsuzluktan korur. Virginia üniversitesinde yapılan bir araştırmada MR a giren hastalara makine üzerinde küçük bir ışık yandığında acı hissedebilecekleri söyleniyor. Eşleri tarafından elleri tutulan hastaların bu acıyı daha az hissettikleri ve daha az stres belirtisi gösterdikleri görülüyor (Johnson, s. 30)

Son zamanlarda kanseri yenen birçok kişi ile karşılaştım. Bir çoğunun özellikle eşleri ve ailelerinin kendilerine gösterdikleri desteği vurguladıklarını gördüm. Hepimizin takdir edebileceği gibi yakın ve kaliteli ilişkilere ihtiyacımız var. Bu ihtiyacımızı en kolay ve en eşit karşıladığımız ilişki eşimizle kurduğumuz yakın ilişkide gizli. Çatışmadan beslenmek, çatışma içinde yok olmak yerine kendiniz için bir şey yapın ve ilişkinize, sevdiğinize emek verin. Bunu yapmanıza mani sorunlarınız varsa da bir uzmandan yardım alın.

Yazımızı bir başka bilgi ile noktalayalım ve bilime, hormonlarımızın bize söylediklerine kulak verelim. Partnerimizle yakın olduğunuzda, sarıldığınızda veya seviştiğinizde oksitosin ve vazopressin salgılanır. Bu hormanlar beyindeki ödül merkezlerini harekete geçirir ve dopamin salgılanmasına yardım eder. Dopamin ise dinginlik ve mutluluk hissini arttırır, kortizol ve stres hormonlarını baskılar (Johnson, s.30) Bütün bu öğrendiklerinizin ışığında, yazıyı okumayı sonlandırdığınızda, ilk iş sıkıca eşinize sarılın. Belki bu güzel bir başlangıcın ilk adımı olabilir.

Araştırma bulgularını ayrıntılı incelemek için bakınız

Johnson, Sue. Bana Sıkıca Sarıl. Ankara CK Yayınevi, 2018

Uzm. Psk. Danışman Pınar Koç Yıldırım

İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nü birincilikle tamamladı ve sonrasında Marmara Üniversitesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yaptı.  “Ergenlerde psikolojik dayanıklılık ve benlik kurgusu arasındaki ilişki” konulu tezi ile uzman oldu.

TÜM YAZILARI

Diğer Blog Yazıları